Duruş ve Alexander Tekniği

Print

 

“Duruşu düzeltmek en büyük amacımız. Doğru duruşu yakaladığınızda, ki bu uzun süreli bir amaçtır, her şeye karşı doğru durmaya başladığınızı, kendi çizginizi yakaladığınızı, tutarlılığınızı oluşturduğunuzu farkedersiniz. Bunun sağladığı güven önünüzde hiçbir engel bırakmaz. Sırt, güç ve hafızanın doğru kullanımını temsil eder. Güçsüz bir sırt,  insanı yok edecek  sürece sizi sokar. Somut görüntüsü, kireçlenme, ağrılar ve kaymalar; duygu dünyasında ise güvensizliktir. Bu, başka birçok olumsuzluğun da kaynağıdır.” 

 

 

Duruş,  çoğu zaman “otururken ya da ayakta dururken bedenimizi tutma biçimimiz” olarak yanlış yorumlanır. Oysa ki sözcük, iyi bir duruş için yapmamız gerekenlere işaret eder.

 

Rahatsızlıklarımızın çoğu, doğrudan kötü duruş yüzünden oluşur, ya da varolan rahatsızlıklarımız bu nedenle daha kötüye gider. Pek çoğumuz yaşamımız boyunca yeterince önem vermediğimiz duruş yanlışlıkları nedeniyle sırt ağrılarından yakınırız. Oysa ki, yaşamımız boyunca bedenimizi uyumlu bir şekilde kullanarak bu ağrılardan kaçınabiliriz. Ağrı, bir şeylerin yanlış olduğunu bize bildirmek için doğanın başvurduğu son çaredir. Ancak bundan önce görmezden gelme ve bilincine varmama eğiliminde olduğumuz başka pek çok uyaran vardır. Fakat biz, fiziksel olarak büyük ölçüde acı çektiğimiz zaman bile bedenimizin bize anlatmaya çalıştığını dinlemek yerine çeşitli ağrı kesici ilaçlarla belirtileri bastırmaya uğraşırız.

 

İyi duruşa ender rastlanır. Bedenimizin duruş şekli, yaşamımız boyunca biriktirdiğimiz fiziksel, duygusal ve zihinsel deneyimlerin sonucudur.  Farkında olmadan belirli bir duruşa tutsak oluruz; bilincinde olmaksızın ulaştığımız bu katı şekil doğal değildir, ya da gelecekteki hastalıklara zemin hazırlayabilir. Depresyon bunun iyi bir örneğidir. Bu zihinsel bozukluğun insanların kendi içlerine doğru büzülme şekilleriyle ilişkilendirilebileceği kolayca görülebilir. Daha dik ve dengeli bir şekilde durmamız ya da oturmamız depresyondan daha az etkilenmemizi sağlayabilir.

Bedenimiz ve zihnimiz düşündüğümüzden çok daha yakın ve hassas bir ilişki bulunur.

 

Duruşumuz, yaşımız ilerledikçe değişir. Bir çocuk yaşamının ilk yıllarında özgürce ve doğal bir şekilde hareket eder. Dört yaşında bir çocuğun ve on altı yaşında bir ergenin duruşunu gözlemlerseniz, çok açık ve şaşırtıcı farklarla karşılaşırsınız.

 

Dört yaşında bir çocuk doğal ve çabasız bir şekilde daha dik dururken, on altı yaşındaki ergen daha çökmüş görünür; dik durumunu korumak için oturur ya da ayakta dururken değişmez bir şekilde sırtının alt kısmını içeri çeker. Bu bütün yapının kısalmasına yol açar.

 

Bu süreç, okula başladıktan birkaç ay sonra başlar. Çocukların oturmak zorunda oldukları saatlerin sayısı; sınıfta geçirilen zaman, ev ödevleri ve televizyon göz önüne alındığında, yaşla artarak günde 10 saate kadar çıkar. Beş yaşında okula başlayan ve on sekiz yaşında bitiren bir çocuk bu zaman boyunca 40 bin saatten fazlasını oturur durumda geçirmiştir. Bu ise uyanıkken geçen zamanın yarısına karşılık gelir. Uzun süreli oturma, iki açıdan zararlıdır:

 

Öncelikle, bedeni uzun bir zaman boyunca hareketsiz tutmak yorgunluğa ve dolayısıyla pek çok kasın gerilmesine yol açar. Ayrıca oturma yerlerinin tasarımı, niyedir bilinmez, insan yapısının mekaniği göz önüne alınmaksızın yapılmıştır. Bunun karşısında insanların da doğal eğilimi, sandalye ya da kanepeye otururken kamburlaşma yönündedir. Aynı zamanda, otururken omurgamızın yoğun baskı altında kaldığını da unutmamak gerekir. Giderek alışkanlık haline gelen bu kamburlaşma  ileriki yaşamımızda duruş ve soluğumuzu ciddi şekilde etkileyebilir.

 

Uzun süreli oturmadan kaynaklanan hareket kaybı okulu bitirdiğimizde de son bulmaz. Çeşitli mesleklerden 400 kişi arasında yapılan ankette, çalışanların gün boyunca oturarak geçirdikleri zamanın 4 ila 14 saat arasında değiştiği ve ortalama 9 saati bulduğu ortaya çıkmıştır. Okulda, evde, işte oturarak ve hareketsiz kalarak kaslarımızı gerekli düzeyde çalıştıramadığımız için çoğumuz ilerleyen yaşlarda esnekliğimizin büyük bölümünü yitiririz.

 

Duruşumuzu etkileyen faktörlerden biri de sürekli olarak uyarılan korku refleksimizdir. Hepimiz, hem çocukluğumuzda hem de yetişkinlik yaşamımızda geri çekilmemize yol açan deneyimler yaşamışızdır. Bunlar, anne babamızdan, öğretmenlerimiz, işverenlerimizden işittiğimiz azarları, akranlarımız tarafından alay konusu edilmeyi, arkadaşlarımız veya sevdiğimiz tarafından reddedilmeyi içerir. Bu olayların sıklıkla tekrarlanması, fazlasıyla içe kapalı olmamıza ve savunucu tutumumuzu yansıtan bir duruş biçimine alışmamıza yol açabilir. Bu duruş, başlangıç nedeni ortadan kalksa bile uzun süre devam eder. Bu savunma duruşu çökmüş omuzlar, kamburlaşmış sırt ve boyundaki aşırı gerilim ile kendini kolayca belli eder.

 

Endüstriyel ülkelerde yaşamın hızlı akışı ve işlerimizi tamamlamak için gereksindiğimiz hız da duruşumuzu belirleyen bir faktördür. İşlerimiz ya da uğraşlarımızı tamamlamak için az zamana sahip oluşumuz anksiyete ve gerilime yol açar ve tepki olarak belirli ve hatalı bir duruşu benimsememize neden olur.

 

Çocukluğumuzdan beri bize öğretilen ‘hedef yönelimli tutum’ da duruşumuzu etkiler. Modern dünya insanı, sonuca ulaşan yolları deneyimlemekten çok sonucun kendisiyle ilgilenir. Bu yüzden de yaptığı harekete ve nasıl yaptığına değil, hareketin sonucuna odaklanır. Bu yüzden, duruşumuz ve uyumumuz en basit işleri yaparken bile bundan ciddi şekilde etkilenir. Örneğin, insanın ayakta durmak gibi bir aktiviteyi kolayca nasıl gerçekleştirdiğinden çok sonuçla ilgilenmesi yüzünden ayakta dururken bu kadar büyük bir güç harcaması inanılmazdır. Eğer kontrol edilmezse bu, ilerde duruş bozukluklarına yol açacaktır. Aynı şekilde modern dünyada toplum, insanı hep daha çok istemeye ve daha büyük tatmin vaat eden geleceğe yönlenmeye teşvik eder; gözlerimizi sürekli olarak geleceğe çevirmemiz de yaşanan ana karşı ilgisiz kalmamıza yol açar. Bunun sonucu olarak duruş biçimimiz bir gün ayna ya da videodaki görüntümüzle burun buruna gelene kadar yıl boyunca kayda değer bir şekilde değişebilir.

 

Yaşamımız boyunca, çoğu bilinçaltında olmak üzere çeşitli bedensel ve zihinsel alışkanlıklar kazanırız. Alışkanlıklarımız kendimizi rahat hissetmemizi sağladığı ve bu yüzden diğer her şey tuhaf geldiği için onları değiştirmek güçtür. Fakat alışkanlıklarımız bütün organizmanın dengesini bozabilir ve kısa zamanda katı duruşlar geliştirmeye başlar ve şu ya da bu duruşa sabitleniriz.

 

Duruş, uzayda nerede olduğumuza göre sürekli değişen bir süreçtir. “Kötü duruş” sabitleşmiş ve katılaşmış olan, “iyi duruş” ise bedenin hareketlerine göre sürekli değişebilen, hareketle uyum sağlayan duruştur. Katı duruş, yüzeysel solunuma yani solunum esnasında beden için gerekli olan oksijenin yeterince alınamamasına ve tüm iç sistemlerimizin bundan etkilenmesine, bunun sonucu olarak da aşırı yorgunluğa, gerilime ve depresyona yol açar. Alexander tekniği sayesinde bedendeki kas gerilimlerinin çözülmesiyle, duruşla ilgili kaslarımız çocukluğumuzda yitirdiğimiz hareket kolaylığı ve doğal duruşu düzenlemek üzere yeniden çalışmaya başlar.

 

“Çocuğun düşmanca bir dünyaya karşı savunmacı duruşu zamanla katılaşır ve hastalıklı geleceğin tohumları atılmış olur. Bu, yetişkin çağlarda kambur bir sırt ya da çökmüş omuzlar olarak karşımıza çıkar. Pek çok hastalık ve yaygın rahatsızlık, bilinçsizce içimizde tuttuğumuz gerilimler yüzünden oluşur, ya da varolanlar daha da kötüleşir..."

 

ALEXANDER TEKNİĞİ

 

"Olduğumuz ve olabileceğimiz gibi olmak yaşamın tek amacıdır"

 

Alexander tekniği yaşamlarımız boyunca pek çoğumuzun biriktirdiği fiziksel ve zihinsel gerilimlerin çözülmesi için kullanılan bir yöntemdir. Genellikle hastalığa yakalanmadıkça bu gerilimlerin farkına varmayız. Bunların, baş ve sırt ağrıları, kalp problemleri, artrit ve depresyonun yanı sıra adını anamadığımız daha birçok rahatsızlığın gelişmesine katkısı olabilir.  Çoğu zaman olduğu gibi, eğer bu bilinçdışı kassal gerilimlerin devam etmesine izin verilirse, bu yaşlanma sürecini hızlandırıp canlılığımızı azaltarak yaşam kalitemizi etkileyebilir.

 

Daha fazla yük ve sorumluluğun altına girdikçe, yavaşça hareket ederken sahip olduğumuz rahatlık ve zarafet kaybolur. Alexander tekniği en basit işlerde bile bu denge ve rahatlığı geri kazanmamızda bize yardımcı olabilir. Bedenimiz en değerli varlığımızdır, buna rağmen çekici görünmeye çalıştığımız zamanlar dışında ona pek az dikkat etme eğilimindeyiz. Oysa dengeli ve uyum içinde hareket eden birisinden daha çekici bir şey yoktur.

 

“Fiziksel, zihinsel ya da ruhsal, her hareketi kas gerilimine dönüştürürüz”

 

 

 

Alexander tekniği günlük faaliyetlerimizde denge, duruş ve harekete ilişkin farkındalığımızı artıran bir yöntemdir. Teknik basit olmakla birlikte, her günkü sayısız aktivitemizi gerçekleştirirken bedenimizin denge, duruş ve koordinasyonu konusunda daha uyanık olmamızı sağlayan kapsamlı bir tekniktir; çoğumuzun bedeninde bilmeden tuttuğu aşırı kas geriliminin daha çok farkına varma olanağı sağlar.

Bilincine varılmayan bu gerilimler, zamanla birikerek daha geç dönemlerde, yaşlılığın kaçınılmaz parçası olarak kabul ettiğimiz tutukluk, ağrı ve hatta deformasyonlar olarak sonuçlanır.

 

Ayakta duruş ya da oturuş şeklimiz bize fark ettirmeden birçok kası gerilim altına sokabilir.

Kas gerilimi ciddi bir sorundur. Esnekliği ve serbestliği kaybolan vücut beyine de baskı uygulamaya bunun sonucu olarak da stres, düşünce bozuklukları ve çeşitli fiziksel ve ruhsal rahatsızlıkların ortaya çıkmasına sebep olur.

 

Doğal olduğunu kabullendiğimiz bu bozulmanın normal ya da kaçınılmaz olmadığını kavramak başlangıçta zor olabilir. Çünkü ağrı ve sızılarımızın ve hatta ruh dünyamızdaki değişikliklerin çoğunun yaşlanma yüzünden oluştuğuna inanmaya ve bunu azaltmak için pek az şey yapmaya koşullanmışızdır.

 

Alexander tekniği, bedenimizin doğal olarak işlemek için nasıl tasarlandığını anlamak için bir yol, hem kendimize hem de etrafımızdaki dünyaya karşı farkındalığımızı artırma yöntemidir.  Fiziksel ve zihinsel dengeye ulaşmak için bedenimizi kullanmayı yeniden öğrenmemizi, bedenin doğal işlevlerine zarar veren müdahalelerimizin bilincine varmamızı ve düşünce gücümüzü gündelik faaliyetlerimizi daha uyumlu bir şekilde gerçekleştirmemizi sağlamak üzere arzu edilen yönde kullanmamızı sağlar. Bu, farkındalığımızı pek çok düzeyde artırır ve herhangi bir zamanda herhangi bir şeyle meşgulken en az gerilimle hareket etmemizi sağlar.

 

Günlük yaşamımızda bizi stres altında bırakan sayısız durumla karşılaşırız. Bu stres daha sonraları kas gerginliğine dönüşür ve kontrolsüz bırakılırsa, hipertansiyon, koroner tıkanıklık (kalp krizi), mide rahatsızlıkları, baş ağrıları ve migren, uykusuzluk, artrit yani eklemi oluşturan kemiklerdeki kronik bozulmalar, deformasyon ve sırt ağrılarına yol açar. Sırt ağrıları ve migren günümüzün en yaygın rahatsızlıklarındandır. Türkiye’de sekiz kadından birinde oluşan disk kaymaları, bel fıtığı ve kireçlenme gibi rahatsızlıklar da yanlış duruşun bir sonucudur.

 

“Zihin ile beden arasında iki yönlü bir ilişki vardır. Geçmişte oluşan kaygı ve olumsuz düşünceleri gündelik yaşamın stres ve sıkıntılarıyla birleştiren zihin hem ağırlaşır hem de vücut üzerinde baskı kurar. Bilinçli ve bilinçsiz düşüncelerimizin ağırlığıyla farkında olmadan bazı kaslarımız gerilmeye, vücudumuz kalıplara girmeye ve esnekliğini kaybetmeye başlar. Kalıplaşan vücut yanlışları ise bedenin dengesini bozduğundan zihne daha çok baskı olarak geri döner. Vücudu tanımak, onu dinlemek bu yanlışları görmemizi ve düzeltmemizi sağlayacaktır; çünkü beden kendi için ‘doğru’yu da bilir ve onu hedefler.”

 

“Beden zaten kendi diliyle sürekli konuşur; ona kulak vermek bir seçim, dinlemek zevkli ve kolaydır. O, içinde zaten varolan zerafet ve uyumu göstermeye isteklidir.”

 

 

 

OMURGA VE KAVİSLERİ

 

Omurga eğriliğinden yakınmayan pek az kişi vardır, bunların çoğu da vücutlarına gereken ilgi ve dikkati göstermediklerinden rahatsızlıklarının nedeninin farkına varamamaktadırlar.

 

Omurga, vertebral kolon veya belkemiği olarak da bilinir ve iskeletin önemli bir parçasını oluşturur. Hem bedenin üst bölgelerini destekleyen bir sütun olarak, hem de içinde yer alan omurilik ve sinirlerin korunmasında iş görür. Omurga, birbiri üzerine yerleşmiş bir dizi kemikten oluşur, bunlar vertebra – omur olarak adlandırılır.

 

Omurgalılar arasında yalnızca insan bütünüyle dik olarak ayakta durabilir. Bu, belirgin yararların yanı sıra belli sorunları da beraberinde getirir. Bunların başlıcası, yerçekiminin, dört ayak yerine iki ayağa sahip olması yüzünden aşırı derecede değişken olan insan bedeni üzerinde bir yük oluşturmasıdır.

 

Omurga yetişkinlerde yaklaşık 75 cm. uzunluğundadır. Boydaki değişimler bacakların uzunluğuna bağlıdır. Yetişkinlerde toplam 33 omur bulunur; bunların beşi sakrumu (kalça kemiğini), daha sonraki dördü ise kuyruk sokumunu oluşturmak için kaynaşmıştır. Böylece ayrı kemiklerin sayısı 24’e düşer.

 

Bunların servikal omurlar olarak bilinen yedisi boyun bölgesinde bulunur; servikal omurların altında tümü kaburgalara bağlanan oniki tane torasik veya dorsal omur vardır. Bunların da altında lumbar omurlar olarak adlandırılan 5 omur ve son olarak sakrum ve kuyruk sokumunu oluşturan dokuz omur vardır.

 

 

 

Uzama

 

Omurilik bildiğimizin aksine katı ve dimdik değil, akordeonel bir yapıya sahiptir. Omuriliğin pek bilinmeyen önemli bir özelliği de, özellikle insanlarda belirgin olan 4 kavisin varlığıdır. Bu kavisler omuriliğin yapısını güçlendirir; omurilik böylece daha fazla ağırlık taşıyabilir ve aynı zamanda iç organların sarsılmasını ve titremesini azaltan koruyucu bir yay işlevi görür. Omurilikteki bu kavisler düzleşir ya da daha sık karşılaştığımız gibi çok belirginleşirse omurga bu özelliklerinin bir kısmını kaybeder; bunun sonucu olarak da zayıflar ve organları gerektiği gibi etkin bir şekilde destekleyip kaldıramaz. Bu da kireçlenme gibi rahatsızlıkları doğurur.

 

Sırt ağrısının pek çok türü vardır. Siyatik, lumbago ve disk kayması bunların bir kaçıdır. Sırt ağrılarının büyük çoğunluğu doğrudan bedenin sürekli yanlış kullanımı sonucu oluşan mekanik ya da yapısal rahatsızlıklardan kaynaklanır.

 

Alışkanlıkla omurga üzerinde aşırı baskı oluşturacak şekilde hareket etmek, omurlar arasında yer alan diskin çekirdeğinin iki komşu omur arasına sıkışmasına yol açabilir. Bu da diskin çekirdeğinin ikiye ayrılmasına ve iki yarıdan birinin dış tabakanın kenarına doğru yönelmesine, böylece oradaki sinirle temas etmesine neden olur. Disk kayması olarak adlandırdığımız bu olay, doğal olarak büyük ölçüde ağrıya yol açar.

 

Sinirler, siyatik rahatsızlığında olduğu gibi omurlar arasına sıkışabilir veya disk çekirdeği dıştaki zarın yırtılmasına yol açan aşırı bir basınç altında kalır. Bu da büyük bir acı ve ağrı verir.

 

Alexander tekniği, omurganın tüm basıncını ortadan kaldıran ve sırt ağrısının en yaygın olduğu bel bölgesindeki ağrıyı hafifleten pozisyonlar sunar; bunlar sürekli uygulandıklarında gelecekte de sırt ağrısından yakınmanızı önler.

 

Boyumuz da kilomuz gibi gün içinde değişir. Bir gün boyunca 2.4 cm kadar kaybederiz, fakat bunu gece boyunca uyurken geri kazanırız. Bu değişikliğin başlıca nedeni omurga basınç altındayken gün boyunca sıvı kaybeden ve omurga yataktayken gece boyunca bunu tekrar kazanan intervertebral disklerin boyutu ve şeklidir.

 

Bu sıvının büyük miktarı yere yatışın ilk yirmi dakikasında geri kazanılır. Bundan dolayı gün ortasında uzanma, diskleri yeniler. Böylece günün kalan kısmında daha verimli ve etkili çalışılabilir.

 

Kemiklerimiz ortalama 20 yaşına kadar büyümeye devam eder. Fakat yirmili yaşların başlarından sonra aşırı kas gerilimi ve üzerlerine binen aşırı basınç disklerin boyutunun küçülmesine yol açar. Bu basınç disklerin meydana geldiği lif-kıkırdaktan büyük ölçüde sıvı kaybına neden olur. Omurga, suyun emilmesi ve salınması ile çalışan hidrolik bir sistemdir. Gerçek su hacminin 20 katını emebilir. Disklerin küçülmesi ve çekilmesi durumunda omurganın maksimum kapasitede çalışamayacağı açıktır.

 

Kaslar ve refleksler

 

 

Bedenimiz, herhangi bir pozisyonda bizi mükemmel bir dengede tutan kaslar ağı ile örtülüdür. Gençken bu kaslar çabasızca dik durmamıza yardım eder, ancak zamanla bunları kullanamaz oluruz. Böylece bedenimiz içe doğru çöker ve duruş için düzenlenmemiş olan tamamen farklı bir kas grubunu kasarak bedenimizi istediğimiz duruşa getirmeye başlarız. 

 

Kaslar kasılma gücü sayesinde bir hareketin başlaması veya sürmesini sağlayan dokudur. İnsan bedeninde 650 iskelet kası bulunur; bu kaslar beden ağırlığının yaklaşık yüzde 45’ini oluşturur.

 

Kaslar duruşsal veya istemsiz kaslar ve iskelet kasları veya istemli kaslar olarak ikiye ayrılır. İstemsiz kasların bu şekilde adlandırılmasının nedeni, onları bilinçli olarak kontrol edemeyişimizdir. Bunlar otonom sinir sistemi tarafından yönlendirilen refleksler yoluyla çalışırlar. Kırmızı renklidirler ve kullanılarak yorulmazlar. Görünümleri dolayısıyla çizgisiz kaslar olarak da bilinirler ve tek işlevleri bizi dik tutmaktır. Bedendeki asıl konumları gövdedir. İstemsiz olan kalp kası yarı çizgilidir; istemli olarak kontrol edilemeyen boğazın belli kasları ve kulak içinde bulunan iki küçük kas ise çizgilidir.

 

 

İskelet kasları olarak da adlandırılan istemli kaslar, beyaz renkli ve görünüm olarak çizgilidir. Bu kas liflerinin hemen hemen tümü iskelet kemiklerine bağlıdır. İki bağlanma noktasına sahip olabilirler veya üç kemiği birden bağlayabilirler. İstemli kaslar küçük büyük bütün hareketleri yapabilmemize olanak tanır. Bunu kasılıp gevşeyerek, böylece bağlandıkları kemikleri hareket ettirerek yaparlar. Bununla birlikte kısa zamanda yorulurlar.

 

Duruş için istemsiz kaslarımız yerine istemli kaslarımızı kullanmaya başladığımızda neden güçlük çektiğimizi görmek kolaydır. Bu kaslar kısa zamanda yorulacak ve bedenimiz çökecek, ya da bu kaslar bir rahatsızlığa yol açacak şekilde başkalaşacaktır.

 

Kaslar genellikle çiftler halinde çalışır; kaslardan biri, aldığı sinirsel uyarılara yanıt olarak kasılır ve kısalır, diğeri ise kontrollü bir harekete izin vermek için yavaşça gevşer. Eğer kaslar sürekli kasılma durumunda kalırsa, beden protein moleküllerinin bir kısmını uzaklaştırır ve bu da kas liflerinin boyunda bir kısalmaya yol açar.

 

Eğer bu gerilim kontrol dışı bir şekilde kalıcı olursa sonunda tüm kasın kısalmasına sebep olacaktır.

 

Herhangi bir aşırı kas geriliminin kemikleri yerinden ayırabileceğini ve dolayısıyla diğer kasların gereksiz yere gerilmesine yol açabileceğini unutmamak gerekir. Bu nedenle tek bir gergin kas bütün organizmayı etkiler. Kas gerilimindeki artış, aynı zamanda sinir, sindirim, solunum ve dolaşım sistemini de etkileyecek ve doğal işlevini bozacaktır.

 

Gün boyunca bedene pompalanan 36.000 litre kanı taşıyan atardamar, toplardamar ve kılcal damarlar dolaşım sistemimizi oluşturur. Kan damarlarının toplam uzunluğu 102.500 kmdir; bu da dünya çevresinin yarısına karşılık gelir. Atardamarlar ve toplardamarlar, sinirler gibi bedenin kasları arasında içe ve dışa doğru uzanırlar. Katı olmamakla birlikte, doğru basınçtaki kanın değişen miktarlardaki akışına izin verecek şekilde kasılma ve gevşeme yeteneğine sahiptirler. İçinden kan damarlarının geçtiği kaslar kasıldığında, kan akışı sınırlanır. Bu durumda kalp, bunu telafi etmek için daha çok çalışmak zorunda kalacak veya beynin bir bölümü kanın sağladığı beslenmeden yoksun kalacaktır. Atardamarlar ve toplardamarlar üzerindeki bu basınç, toplardamarlarda varis oluşumu ve hatta damar tıkanıklığı gibi rahatsızlıklara sebep olabilir.

 

Uzamayı ve genişlemeyi düşünmek kaslar üzerindeki gerilimi azaltarak kas liflerinin boyunda bir büyüme meydana getirebilir ve bu sürdürülürse kaybolan proteinler yeniden yerine konabilir. Bu durum, bütün kasın ya da ilgili kasların uzamasını sağlayacaktır.

 

 

Kaynak: "Alexander tekniği", Richard Brenman